Sevgili Hemşerilerim,
Övgü dolu iletilerinize teşekkür ederim.
Hareketimden önce, gezi programımı ‘’gözlem’’ üzerine oturtmuştum. İlk yazımdan bu yana, olanları bütünüyle eleştirel değerlendirdim. Kesinlikle yapıcıydım. Yolculuğum boyunca; karşılaştığım güzellikleri övgüyle anlattım, düzeltilmesi gereken olaylara dikkat çektim. Siz değerli hemşerilerimi, Eğin’e gitme konusunda özendirmeye çalıştım. Klavuz olmak istedim.
Sizlerden, yazdıklarıma katkıda bulunmanızı, deneyimlerinizi aktarmanızı, eleştirmenizi bekliyorum. Övgüleriniz yalnızca beni onurlandırıyor. Yazacaklarınızın, okuyanlara katkıları daha önemli diye düşünüyorum.
Değerli Bahçeliler,
‘’Güneş doğudan yükselir’’. Güneş Eğin’de de doğudan yükselir. Ama, farklı yükselir. Apçağa’nın arka yüksekliklerinden gelir ilk ışıkları Eğin’imin.
Otelimizin balkonundan, sağ yönüme eğilerek baktım. Tan ağarmaya başlamıştı. Güneşle birlikte, Eğin gizemli gece örtüsünü üzerinden yavaş yavaş atıyordu. Geçmişiyle, geleceğiyle, güzelliğiyle… İhtişamını gözler önüne seriyordu. Büyülenmiş gibiydim. Bu an muhteşemdi. Sizinle paylaşmak için, makinamın deklanşörüne bastım. Olmadı. Fotoğraf makinası bu anı görüntülüyordu, ama gizemini asla…
Karşımda Geşo yolu, dik yamaçlar. Gözüm Munzur’un zirvesini aradı. Arkalarda, göremedim. Fırat göle dönüşmesine rağmen, döne döne akan girdaplı Fırat’ı düşlüyordum. Sanki, Venk köprüsü yerli yerindeydi. Seydo’nun mağarası oralarda bir yerlerdeydi. Altmışlı yılların selini anımsadım. İnsanlar Çevlik’te selinti topluyor gibiler. Şu Toki binaları olmasa !
Keleklerin zamanına yetişmedim, görmedim. Fırat’ta kelekler ustalıkla girdapları geçiyor gibiler. Ünlü kelekçilerimizden, mahallemizin Kelekçi Eniştesi Bağıştaş’tan altı ton buğdayı yüklermiş, o azgın Fırat’ı Eğin’e kadar geçermiş. Hakikat mıdır, efsane mi? Bilemiyorum ! İnanılır gibi değil. Bir kaç tulum, onları tutan ağaçlarla nasıl beceriyorlar mış ?
Eşyalarımızı topladık. İşte, Cumhuriyet Meydanı’nın sabahındayız. Anlatılamaz duygular içerisindeyim. İçimi bir coşku, bir sevinç kapladı.
Bozkurt Oteli’nin lokantasında, güzel bir kahvaltı masasındayız. Zengin, iştah açıcı. Şevki Bozkurt’un ikramı tereyağı, bütün çeşitleri geçti gitti. Lezzeti tarifsiz… Eğin’e özel, tuzlu tereyağı. Beni aldı, götürdü. Gözümü kapadım, dilimin üzerinde bıraktığı tatları yaşıyorum, taze uzun ekmeğin arasında… Suluhan’ın küçük havuzunun soğuk sularının altındaki, tuluma basılmış tuzlu tereyağlarının tadını anımsadım.
Şevki Bey, otel resepsiyonunu lokantadan ayırırsanız daha bir profesyonel çalışmış olursunuz. Bizim gibi yolcuların eşyalarını ve diğer kalabalıkları lokantaya kabul etmeyin. Bu bir öneri. Ben rahatsız olmadım.
Evimiz ne durumda? Bilmiyoruz ! Altı yıldır kapısı açılmamış ev nasıl olur? Bomboş. Marketten alış-veriş etmemiz gerekiyor. Cumhuriyet caddesinin başındaki markete giriyoruz. Küçük, fakat tıklım tıklım dolu. Raflar taşıyor. Mal çok, gülen bir yüz karşılamıyor. Bu konuya yeniden dönmek istemiyorum. Bildiğim, bir çok hemşerim, çarşı davranışlarından hoşnut değiller. Eğin çarşısı kendisine çeki-düzen vermek zorunda. Dilerim en kısa zamanda farkına varırlar, yoksa marka bir market gelir, yapılmayanı yapar.
Önceleri, bir gazete bulamazdık veya iki gün sonra okuyabilirdik. Şimdi, günlük, hem de sabah saatlerinde gazete bulanabiliyor. Çok hoşuma gitti. Eğin’de olduğum sürece, düzenli gazete okudum.
Marketten bayağı yüklendik, lokantanın önünde 6 parça eşyamız duruyor. Bu yükü götürecek araç bulabilecek miyiz ? Bu da ayrı bir sıkıntı. Çağrılan araç, nazlanacak. ‘’Bu kadar yük gitmez’’ diyecek. Fahiş bir fiyat isteyecek. Üzecek, yoracak. Yol boyunca bir kaç kez fiyat değiştirecek. Canımızı sıkacak. Ben bunları önceden yaşadım.
Taksi çağrıldı. Endişeliyim. Gelecek araç bu eşyamızı alır mı? Taksi geldi. Bildiğimiz taksi. ‘’Bu eşya sığar mı?’’ ‘’tabi, sığdıracağız, sen meraklanma’’ eşyaya elimi atıyorum, ‘’sen dur ben yerleştiririm’’, ‘’Bahçe’ye kaça götüreceksin’’, ‘’tarife belli, on lira’’, ‘’bu kadar eşya fiyata dahil mi?’’, ‘’evet’’. Şaşkınım, hem de çok şaşkınım. Bu kadar değişim, olacak şey değil. Eskiden şöfor elini sürmezdi, homurdanırdı. Yine eskiden, elli liradan aşağıya götürmezlerdi. Şimdilerde tarifiye bağlanmış.
Rahat, huzurlu evimize gidiyoruz. Akdere’ye tırmanıyoruz. Keyifle çevreyi seyrediyorum. Sormadan edemiyorum. Şöforümüz Mehleli’ymiş. Osman Efendinin oğlu, Mehmet. Genç, cıva gibi, efendi, ağzına laf yakışır, yakışıklı bir genç. Kendini sevdiriyor. Kısacası doğru-düzgün bir esnaf. Telefonunu vermeden edemiyeceğim, Mehmet Alkaya 0542 561 60 21.
Akdere’nin başındayız. Sola dönüyoruz. Ariki, Koçan, Mehle … Ve Bahçe… Mezarlığa varmadan, hemen yanındaki meydanı hep anfi-tiyatro olarak düşlerim. Düzenlenen etkinlikleri buradan izlemek. Munzura, Fırat’a karşı. Aklı başında biri çıkacak ve bir gün Eğin’de bu ortamı var edecek.
Sol aşağıda Salim Ağa’nın oğlu Nurettin Ağabey’in evi. Sağımızda mezarlığımız. Geçmişlerimize ve babama Fatiha okuyorum. Evi toparlayalım, ziyarete geleceğim. Koçan Camii’ni geçiyoruz. Önündeki küçücük peykede oturup dinlenmek huzur vericidir. Köçan Deresinin gölgesindeyiz. Baharda Koçan Deresini ıslanarak geçmek bana keyiAf verirdi. Birden çocuklaşır, bağıra bağıra koştururdum. Sesim yankılanırdı. Geçince çevreme bakarım. Utanırım. Gören, duyan olmuş mudur ?
Hoşça kalın.
Ulvi ÖZGENEL
Şivekârgil
26 Aralık 2011 Pazartesi
Fotoğraflar
1. Otel balkonundan Eğin’de sabah.
2. Dicle’de kelek (alıntı)
Erzincan Kemaliye Bahçe Mahallesi (facebook)